Sayfalar

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Hayrettin Karaman ne yapmaya çalışıyor?



hayrettin karaman, kimdir, sapık hocalar



Hayrettin Karaman, 1934 yılında Çorum’da doğdu. Yüksek İslam Enstitüsünde okudu. İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İslam Hukuk Tarihi, Laik Düzende Dini Yaşamak.

            Hayrettin Karaman, Merhum Ahmed Davutoğlu Hocanın talebelerindendir. İlk ismi duyulmaya başlandığı zamanlarda orta yollu idi. Mesela, dinler arası diyalog önerisini ilk defa gündeme getiren Süleyman Ateş’e ilk karşı çıkanlardan birisi de Hayrettin Karaman’dır. Lakin yıllar sonra nasıl olduysa oldu, dinler arası diyalog faaliyetlerinin öncülerinden oluverdi. Hayrettin Karaman, bu diyalog fikrini savunması hasebiyle beyan ettiği sözlere baktığımız zaman Şer’i Şerife uygunluğu pek gözükmemektedir.

“Kur’an’ın cennete gireceklerini bildirdiği Yahudi ve Hıristiyanlarla cehenneme gireceklerini bildirdiği arasında fark vardır. Allah’a şirk koşmadan Allah’ın bildirdiği dinlerine göre yaşayan ehl-i kitap cennete girecekler. Nitekim Müslümanlarda böyledir.”[1]

“Peygamberimiz: ‘Yahudi mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor, ‘Hıristiyan mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor. Diyor ki: ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar tek Allah’a inansınlar, ahrete inansınlar ve kendi kitaplarında da bulunan iyiliklere göre yaşasınlar; beni de sahtekârlıkla, yalancılıkla itham etmesinler. Getirdiğim kitabın da şuradan buradan çalıntı olduğunu söylemesinler.’ Dolaysıyla; ‘Bu takdirde onlar da cennete giderler.’ demiş oluyor.’”[2]

Hayrettin Karaman böyle buyurmuş; ama bakalım Yüce Kur’an’ımız ne buyurmuş:



“De ki: ‘Ey insanlar! Ben, sizin hepinize gönderilmiş Allah’ın bir peygamberiyim! O Allah ki, göklerle yerin mülkü O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Hem diriltir, hem öldürür. Onun için, gelin Allah’a ve O’nun ümmi nebi olan Resulüne iman edin. O, Allah’a ve O’nun kelimelerine iman getirendir. O’na tâbi olun ki hidayete eresiniz.”[3]

Hatemü’l Enbiya Muhammed Mustafa (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İslam’a gir ki kurtulasın! Allah da sana ecrini iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen, bütün etbâ’ının günahı senin üzerine yüklenecektir.”[4]

Yine Buhari’de şöyle bir olay anlatılmaktadır: Resulullah (s.a.v.)’e hizmet eden bir Yahudi çocuğu vardı, bir ara çocuk hastalandı, Resulullah (s.a.v.) onu ziyarete gelip başının yanına oturdu ve ona: “İslam’ı kabul et!” buyurdu. Bunun üzerine çocuk, yanında duran babasına baktı, babası ona: “Ebu’l Kasım (s.a.v.)’a itaat et.” deyince çocuk Müslüman oldu. Resulullah (s.a.v.), o çocuğun yanından: “Onu ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun.” buyurarak ayrıldı.”[5]

Başka bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetimden yahut Yahudilerden veya Hıristiyanlardan her kim beni duyar da bana inanmazsa cehenneme girer.”[6]

Ne diyelim Karaman’ın iddiası ortada, dinimizin hükmü ortada. Ama Karaman aynı hatada ısrarcıdır: “Şimdi bir adam hem ehl-i kitap olur hem de kâfir olmayabilir mi? Evet, bu mümkün. Bunun delili, işte o 62. ayettir. Bu ayete göre Allah’a şirksiz inanan, ahirete iman eden kâfir değildir.”[7]

Hâlbuki Hz. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Kendileri kâfir olmuş olan o Ehl-i Kitap ve müşrikler; gerçekten içerisinde ebedi kalıcılar olarak cehennem ateşindedirler! İşte sana! Onlar, yaratıkların en kötüsü ancak onlardır.”[8] Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden, Yahudilerden veya Hıristiyanlardan beni duyar da sonra bana inanmazsa cennete giremez.”

Hayrettin Karaman ve avenesi, nedense ictihat kapılarını zorlamakta, kendi görüşlerini millete dikte etmek için devamlı müctehid imamlarla uğraşmaktadır. Halbuki kendileri, İslam’da çözülmemiş bir mesele kalmamışken, bitmiş meseleleri yeniden gündeme getirerek karışıklık çıkarmaktadırlar. Hayrettin Karaman şöyle demektedir: “Hicri 4. asırdan itibaren, imamların aşılmaz olduğu kabul edilmiş, bu yüzden ictihat kapısı kapanmış, taklid dönemi başlamıştır. Gelişme durmuş, akıllar donmuştur.”[9] 

Ortaya mesele sunmadan kendisini müctehid ilan eden Karaman şöyle diyor: “Ben bir İslam fıkıhçısıyım. Siz sualinizin cevabını aramaktasınız. Bende size cevap üretmek durumundayım. Bu ictihaddır.”[10] 

Yani Karaman, mesele konuşmuyor, yalnız sorulmayan suallere cevap veriyor. Bir sorun olmasa da illa fetva vermek istiyor. Fetva nakletmek herhalde ağırına gittiği için yeni fetvalar üretme peşinde.  Hz. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Fetva vermeye en cüretkâr olanınız, ateşe en cüretli olanınızdır.”

Hayrettin Karaman: “İcma bir dönemdeki âlim ve müctehidlerin bir meselede ittifak etmesi anlamında imkânsız bir durumdur. İbn-i Hanbel’de bunun, sahabeden sonra hiç olmadığı görüşündedir. Hem zaten icma vaki olsa bile bağlayıcı değildir, sonraki bir ictihatla bozulur.” diyor. 
Hayrettin Karaman şunları söylüyor“Taklid döneminde ictihadı adeta imkansız kılmak üzere, sun’i olarak, olmayasıya ileri sürülmüş bir takım şartlar vardır. İctihadı kapalı tutmak, insanların gözünü kapatmak için ileri sürülmüştür. Bence ne lazım; Arapça bilmek, yeterince kitap, sünnet, siyer bilgisine ihtiyaç vardır. Usul bilmemiz lazım o kadar. Müctehid olursunuz.”[11]

İctihad neden imkânsız kılınsın veya ictihad yapmak için neden bu kadar hevesli olunsun? Ben bunu anlamış değilim. Hayreddin Karaman’ın diğer özelliklerini bir tarafa bırakalım, o şu özelliğinden dolayı müctehid asla olamaz zaten: O, ümmet-i Muhammed’e faydalı olacak işler yaparak müctehid olmak istemiyor, yalnız müctehid sıfatını alarak meşhur olmak istiyor. Hâlbuki dört mezhep imamımız başta olmak üzere tüm gerçek müctehidler, yalnız Rıza-i Bari’ye kavuşmak için insanların müşküllerini halletmişler, meselelere çözümler getirmişler ve bunların sonucunda Müctehid unvanını almışlardır. Yani daha işin başında, faideli bir amel ortaya koymadan kendileri müctehid ilan edilmemiştir. Hayrettin Karaman zaten bu noktada müctehid sıfatını almaya hak kazanamıyor. Evet, müctehid olmanın şartları çok zordur. Ama “olmayası” şartlar değildir bunlar. Bence Hayrettin Karaman başaramadığı ve asla başaramayacağı için bu şartlara “olmayası” şartlar demiştir. Bakalım, neymiş İmam-ı Azam’ın, İmam-ı Şafii’nin, İmam-ı Malik’in ve İmam-ı Hanbel’in üstesinden geldiği müctehitliğin şartlarından bazıları:

1)Kitap Bilgisi: Yani edile-i şer’iyyenin ilki olan Kur’an-ı Kerim’i en iyi şekilde, lâfzen ve manen bilmektir.
2)Sünnet: Hazret-i Peygamberimizin (s.a.v.) hayatını bilmek. Hadis-i Şerifleri senetleriyle beraber bilmek. İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri, her müctehidin aynı zamanda bir fakih olduğunu söyledikten sonra, her fakihin asgari 400.000 hadis-i şerifi senetleriyle ezbere bilmesinin lazım olduğunu söylemektedir. Hadislerin sahihini zayıfından, makbulünü merdudundan ayırması şarttır.

3)İcma: Ümmet-i Muhammed’in Kitap ve Sünnet’e dayanarak çıkardıkları hükümleri iyice bilinmesi ictihadın şartlarındandır. İmam-ı Şafii, er-Risale’sinde; müctehidin icmayı bilmesinin şart olduğunu söylemiştir.

            Ayrıca çok iyi Arapça bilmesi lazımdır müctehidin. İmam-ı Gazali’ye göre; Arapların hitabını ve kullanım adetini anlayabilecek ve sözün açığını kapalısını, hakikatını mecazını, özelini genelini, doğrudan ya da dolaylı anlamını birbirinden ayırabilecek seviyede, yani Arap dilbilimcileri ölçüsünde Arapça bilmesi şarttır. Yani lugat, sarf, nahv, meani ve beyan bilgisine, kısımlarının bilinmesi için de hâs, âm, müşterek, mücmel, müfesser, nasih ve mensuh bilgisine de sahip olması lazımdır. İşte Hayrettin Karaman bence bu bilgilere sahip olamadığı için; “olamayası” şartlar demiştir. Hâlbuki sokaktan geçen biri size birçok müctehid sayabilir.

Hayrettin Karaman, sapık mut’a nikâhını ictihat farklılığı gibi arzederek Şiilere de şirin gözükme çabasına girmiştir: “Dört mezhepten hiçbir müftü,  hiçbir durumda mut’a nikâhına cevaz vermez. Ancak samimi olarak ictihad veya taklid yoluyla farklı görüşte olanlara da fasık diyemeyiz.”[12]


Hayrettin Karaman’ın çok tuhaf bir fetvası vardır. Bu fetva onu bazı meşhur sosyete din adamlarıyla farkını sıfıra indirgemiştir. Yeni Şafak Gazetesinde 8 Eylül 2000’de çıkan fetvası şudur: “Kurbanda mezhepler ittifak etmediği için parası sadaka olarak verilebilir.” Sayın Karaman, Ehl-i Sünnetin görüşlerini hiçe saymıştır. Misal; Hanefîlere göre kurban kesmek vaciptir. Yani parası sadaka falan olarak verilmez. Sözde işine geldiği yerde Hanefî olan yeni müctehidimiz, acaba niçin böyle bir genelleme yaparak ahalinin beynini veya akidesine sahip çıkanların midesini bulandırıyor? Anlamak doğrusu pek güç.

Kendisinin reformcu olduğunu her ifadesinden anlamak mümkündür. Mesela, sünnete ‘modası geçti’ deme gafletinden: “Sakal ve misvak adet sünnetidir, bir kültürdür… Modası geçti. Öbürü de daha güzel temizlik yapan fırçalar çıktığından önemsizdir. İsteyen yine de kullanır.”[13]

Hayrettin Karaman: “Kadın okuryazar değildi. Bugün kadın okuyup imza etti mi onu ifade ederken şaşırtma ihtimalleri ortadan kalkar ve ayet bu manadaki şahitliği kapsar.” Hayrettin Karaman burada şu izlenimi vermeye çalışmıştır: ‘Şahitliğin şartı okumak yazmaktır.’ Bu çok yanlış bir yaklaşımdır. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de dâhil Kur’an’ın nüzulü sırasında okuma yazma bilmeyen erkeklerin şahitliği geçerliydi. Zira İslam tarihçilerinin ittifakına göre İslam vahy edilirken Mekke’de 16 veya 17 erkek okuma yazma biliyordu. Ama diğer erkeklerin şahitliği de kabul ediliyordu. Yine söylüyorum, şahitlikte kıstas okuma yazma değildir. Şahitlikle ilgili ayet şöyledir:

“Ey iman edenler! Muayyen bir vade ile borçlandığınız vakit onu yazın. Hem aranızda, bir katip, doğrulukla yazsın. Hiçbir katip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak bulunan kimse, borcunu yazdırsın. Ve Rabbi olan Allah’tan korksun da, o haktan hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu akılsız ve zayıf ise yahut kendisi söyleyip yazdıramayacaksa, velisi dosdoğru söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek olmazsa, o zaman doğruluğundan emin bulunduğunuz şahitlerden bir erkekle iki kadın gerekir ki, biri unutursa diğer hatırlatsın…”[14] 

Ve ayet ortadayken, Resulullah’ın uygulaması meydanda iken, Sahabe-i Güzin efendimizin bu konudaki tavırları net iken neden Kitaba, Sünnete ve İcmaya meydan okumaya çalıyorlar? Bu sorunun cevabı belli.

Hayrettin Karaman, İslam’ın asıl müctehidlerini devamlı suçlayıp, onların düşüncenin önünde engel olduklarını söylüyor ve kısır döngünün var olduğunu belirterek bunun bitmesinin gerektiğini ifade ediyor. Çözümlenmiş konuları neden tekrar çözme gereği duyuyor bilmiyoruz. İstanbul’u tekrar fethetmek gibi bir şey. Büyük din âlimlerimize hor bakan Karaman bakın masonluğu herkese malumlaşan zat hakkında ne diyor: “Fazlurrahman, Efgânî’nin modernist olduğunu söylüyor, hayır o müceddittir. Modernizm öncesi ıslahatçıdır.”[15]

Hâlbuki Cemaleddin Efgânî’nin nasıl biri olduğunu geçtiğimiz sayfalarda görmüştük. Ve yine: “39 müstakil İslam Devletinin, hürriyet ve istiklal mücadelelerini teşvik için harekete geçen liderlerin başında Cemaleddin Efgânî vardır.” “Türkiye, Mısır gibi en önemli İslam ülkelerini dolaşan Efgânî kurtuluş ve kalkınma hareketlerinin başlaması ve hızlanmasında amil olmuştur.” Bence tam zıttı; yani Efgânî gibi takiyyeci, mason ve hainler olmasaydı zaten tek İslam devleti yani Osmanlı 39 parçaya bölünmeyecekti. 

            “M.Reşit Rıza El Hüseynî, Üstad Abduh gibi taklide karşı mezhepler arası tercih yapabilen müctehittir.”[16]

“Mezhep taassubu başladıktan sonra bir mezhebe bağlılığın lüzumu da münakaşa mevzuu olmuştur. Müteahhirinden olan mezhep mukallit ve mutaassıpları her mükellefin dört mezhepten birine bağlanmasının vacip olduğunu ve mezhebini terk edene şeri tazir uygulanmasını gerekli bulunduğunu iddia etmişlerdir.”[17]

Reformistleri övmede birbirleri ile yarışanlardan olan Hayreddin Karaman, nedense Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’i küçük düşürmek ve onun şanına leke sürmek için elinden geleni yapmaktadır. Kendi sitesinde yazdığı şu yazı buna misaldir: “Allah Teâlâ Duhâ suresinde Peygamberimize hitaben "Seni yanlış yolda bulup da doğru yola yönlendirmedi mi?" buyuruyor. Şu halde peygamberlere vahiy gelmeden önce onların düşünce ve davranışlarının Allah rızasına uygun olduğunu düşünmemiz ve böyle inanmamız doğru olmaz; böyle olsaydı vahye de gerek kalmazdı.”[18]

Hayrettin Karaman; hak mezhepleri İslam’dan ayrı birer kurummuş gibi göstermeye çalışarak halkın aklını bulandırmaya uğraşmaktadır. “Söze İslam’a göre diye başlarsanız, İslam’a göre kadınların erkeklerle aynı safta durup namaz kılması mümkündür ve caizdir. Yani bütün mezheplerin alternatifi olarak… Ama mezhebe göre diye başlarsanız; mesela Hanefi mezhebine göre kadın erkek aynı safta namaz kılamaz.”[19] 

Hâlbuki İslam tarihinden de bir örnek verememiştir kadın erkek aynı safta namaz kılınmasına. Sanki haşa İslam ve mezhepler birbirlerinin alternatifiymiş gibi gösteriyor.

Hayrettin Karaman: “Kadın adetliyken, Kur’an okuyup, namaz kılıp kılamayacağı hususunda ihtilaf vardır. İbn-i Hazm; kılabilir, okuyabilir, der. Çünkü: “Resulullah cünüplük dışında Kur’an okumayı ihmal etmemiştir.” mealindeki haberi, sahabenin dilinden nakil, doğru olan Peygamberin ifadesi olmadığından geçersizdir.” der. Asırdaşı ve hemşerisi İbn-i Rüşt ise bu tür delillere dayanarak; aksi fetva vermiştir. Yani iki müctehid ihtilaf etmiştir. Öyleyse kişi bunlardan tercih ettiği görüşe göre amel eder.”[20] 

Bu iddiaya cevap yine Hazret-i Kur’an’dadır.  Bakara Sûresi 222. Ayette şöyle buyruluyor: “Sana kadınların aybaşı halini de soruyorlar. De ki: ‘O bir ezadır. Onun için hayız zamanında kadınlardan uzaklaşın ve temizlenene kadar onlara yaklaşmayın...” Bu ayette geçtiği gibi kadınlar bu hallerinde iken kirli sayılırlar. Ve İmam Suyutî Hazretleri de el-Itkan adlı eserinde bu sebeble adetli kadının Kur’an okumasını ve namaz kılmasını haram saymıştır.

Hayrettin Karaman, Yusuf el Karadavî gibi nişan vb. için kullanılan altın yüzüğün erkeğe helal olduğunu söylemiştir:

Soru: Sizin bir konu ile ilgili görüşünüze başvurmak istiyorum. Hocam, evlilik amacı ile altın yüzük takmanın hükmü nedir? Bu konudaki geleneksel yorumu biliyorum ama ben sizin görüşünüzü öğrenmek istiyorum. Çünkü bu durum beni ve benim gibi bir çok arkadaşımızı zor durumda bırakıyor. Çalıştığımız yer itibariyle kendimizi çok fazla belli etmek istemiyoruz. Gümüş yüzük taktığımız zaman hemen çevrenizdeki insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Şimdiden teşekkür.

Cevap: Erkekler için yasak (haram olan) altın yüzük, süs için, aksesuar olarak takılan altın yüzüktür. Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar isimli kitabımda kaynak ve delillerini bulacağınız yazıda da vaktiyle ifade etmiştim, "alamet, nişan, sembol" olarak takılan altın yüzük, arma, rozet vb. haram değildir. Nişan yüzüğü adı üstünde "nişanlı veya evli olanların medeni durumlarını gösteren bir nişan, bir alamet, bir belliktir ve sakıncası yoktur.”[21]

Hâlbuki Resulullah (s.a.v.) bir eline ipeği diğer eline altını alıp şöyle buyurmuştur: “Bu iki şey benim ümmetimin erkekleri için haramdır ve kadınları için helaldir.” Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.v.) hakkı beyan etmişken neden Karaman zıt bir fetva vermeye kalkışıyor acaba? Allah, Kur’an-ı Kerim’de kendi kafasına göre haram-helal fetvası verenler için şöyle buyuruyor:

“Sadece dilinizin yalan olarak vasfettiği bir şeye: “Şu helaldir, şu haramdır.” demeyin ki, yalanı Allah’a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan iftira edenler asla felah bulmazlar.”[22]


AkademiDergisi.com





[1] Eğitim Bilim Dergisi, Temmuz 2001
[2] Hayrettin Karaman, Polemik Değil Diyalog, sh. 35
[3] Sûre-i Araf/ 158
[4] Buhari, Bed’ül Vahy:1, no:7, 1/9
[5] Buhari, Cenaiz: 77, no:1290, 1/455; Merda:11, no: 5333, 5/2142
[6] Ahmed bin Hanbel, el Müsned, no: 19562, 32/332; İbn Ebi Şeybe, el Musannef, 10/25
[7] Polemik Değil Diyalog, sh. 41
[8] Sûre-i Beyyine/6  
[9] Haksöz Dergisi Kasım 1991
[10] Haksöz Dergisi Kasım 1991
[11] Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günümüz Meseleleri, Cilt 3, sh. 539
[12] Hayrettin Karaman, İslam’da Kadın ve Aile, sh. 374, Ensar Yayınları, İstanbul 1996
[13] Yeni Şafak Gazetesi, 23.04. 2000
[14] Sûre-i Bakara/282
[15] Gerçek İslam’da Birlik
[16] Hayrettin Karaman, İslam Hukukunda İçtihat
[17] Hayrettin Karaman, age, sh. 217
[18] www.HayrettinKaraman.net
[19] Marmara FM
[20] Gerçek Hayat Dergisi, Haziran 2002
[21] İslam'ın Işığında Günün Meseleleri ve İslam'da Kadın ve Aile
[22] Sûre-i Nahl/116

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu güne değin en çok tıklanılanlar