Sayfalar

29 Eylül 2013 Pazar

Karaman'ın koyunu, ortadadır oyunu... (Hayrettin Karaman)

ahmet hakan, ali eren, dinde deformistler, hayrettin karaman, hekimoğlu ismail, Mezhepsizlik, sapık hocalar - yazarlar


Ârifan’ın geçen sayısında bazı ilâhiyatçıların devirdiği çamlardan bir nebze bahsetmeye çalışmıştım. Ama o cins ilâhiyâtçılar o kadar çok ki, onların devirdikleri çamları ne saymak mümkün ne de yaza yaza bitirmek. Ama olsun. Nasıl onlar bıkıp usanmadan çam devirmeye devam ediyorlarsa, biz de onların devirdiği çamları bıkmadan usanmadan yazmaya devam edeceğiz. Tâ ki o tip ilâhiyatçıların İslâm dinine yaptığı hizmetler(!) anlaşılmış olsun.

Memlekette o tür ilâhiyatçılar o kadar çok ve onlarla ilgili ele alacak konular o kadar bol ki, insanın acaba hangi ilâhiyatçıdan ve hangi konudan bahsetmeli diyesi geliyor.

Ey iyisi galiba en çok tanınan birisinden, nevzuhur müctehidden(!) başlamak. Diğerlerinin müctehid kabul ettiği ve kendisinin de kendisini müctehid gördüğü kişiden yani.

Öyleyse buyurun. Huzurunuzda Sayın Hayrettin Karaman...

Gazeteci Ahmet Hakan, fî tarihinde Kanal 7’de iken “Günümüz meselelerine cevaplar” başlıklı bir program için Sayın Hayrettin Karaman’ı ekrana çıkarmıştı. Programın başında Karaman’a ilk cümlesi ve ilk sorusu şu oldu:

“Efendim şimdi soracağımız sorulara bir müctehid olarak mı cevap vereceksiniz?”

Bu soruyu sormakla, İslâm âlimlerine mahsus olan en yüksek makamı bir tepsi içinde Hayrettin Karaman’ın önüne koymuş oluyordu.

Eeee, şimdi Hayrettin Bey ne yapsındı? Çünkü o anda birçok kimse kendisini seyrediyordu. Bu soruya evet mi yoksa hayır mı demeliydi Çok çabuk karar vermeli fırsatı kaçırmamalıydı. Evet dese, “Hayrettin Karaman kendisini müctehid olarak görüyor” diye suçlayanların eline koz vermiş olacaktı. Hayır dese bu sefer de kendi ağzıyla müctehid olmadığını söylemiş olacak ve önünde altın tepsiyle duran müctehidlik elden gidecekti.

Hayrettin Bey oturduğu yerde şöyle bir geriye doğru yaslandı ve “EVET” diyerek kendisinin müctehid olduğunu ilan ediverdi. Biz de böylece kıyâmet alâmeti olarak bir âhırzaman müctehidi görmüş olduk.

O zamanlar, Merhum Esad Coşan’a ait olan Ak TV vardı. Sayın Karaman bir Pazar günü Ak TV’de konuşuyordu. Programa telefonla Zaman Gazetesi yazarı Hekimoğlu İsmail de katıldı ve “Hayrettin Karaman, kendisine hürmet duyduğumuz müctehid bir hocamızdır” diyerek kendisinin ne kadar şuurlu, gafletten uzak ve uyanık bir kimse olduğunu(!) ortaya koymuş oldu.



Biz bu makalemizde, Hekimoğlu İsmail’in “hürmet duyduğumuz müctehid bir hocamızdır” dediği, müctehid ola-çıka-gelen bu zattan, Hayrettin Karaman’dan söz edeceğiz.

7/11/2010 tarihli “Karaman'dan ŞOK sözler!” başlıklı bir haberle başlayalım. Haber şöyle:
“TRT Haber'de, dün gece ‘Kozmik Oda’ programının konuğu, ünlü İslam hukuku profesörü Hayrettin Karaman'dı. Rıdvan Memi'nin sorularını yanıtlayan Karaman, başörtüsü, kadın-erkek ilişkileri ve Cemevlerine ibâdethane statüsü verilmesi tartışmasına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.”


Haberde Karaman’ın şu sözlerine dikkat çekiliyordu:

“İnsanlar günah işlememek için günah imkânlarının ortadan kalkmasına talip oluyorlar. Halbuki Allah böyle istemiyor. Din böyle istemiyor. Din şöyle istiyor:
Günah işleme imkânı bulunacak fakat siz iradenizle, Allah'a olan sevgi ve saygınızdan dolayı onu ihlal etmeyeceksiniz.”

Söze bak hizaya gel…
Karaman’a göre “Bize de tesir eder de günahkâr oluruz” düşüncesiyle günah mekânlarının ortadan kalkmasını istemeniz yanlışmış. Doğru olan günah işleme imkânının bulunması imiş. Üstelik Allah her türlü günah işleme imkânının insanlar için hazır olmasını istiyormuş…

Lâ havle… Peki Karaman bunu hangi âyet veya hadise göre söylüyor?
İşte bunun cevabı yok. Zaten olamaz da. Söylediği sözler hiçbir âyet ve hadise dayanmıyor ki, olsun. Sadece kendi sakîm düşüncesinin mahsulü. 

“İnsanlar günah işlememek için günah imkânlarının ortadan kalkmasına talip oluyorlar” derken, yanlışa düştüklerini söylediği kimseler tabii ki Müslümanlar… 

Beyefendi günah yollarını kapatmaya çalışmalı demiyor da günah işleme imkânı bulunmalı diyor.
Sevap peşinde koşan, meselâ namaz kılmak isteyen bir kimse namaz kılacak bir mekânın olmasını ister. Günah mekânlarının ve günah işleme imkânlarının bulunmasını da elbette ki o günahları işlemek isteyenler. İster ki elinde imkân olsun ki o günahı işleyebilsin. 

İçki içmek isteyenler, isterler ki her istedikleri yerde hem meyhane olsun hem de içki fiatları düşük olsun. Nitekim içki mübtelaları “İçki satışı kısıtlanıyor” diye barım barım bağırmıyorlar mı? 

Ne dersiniz? İçki içilerek rahatça günah işlenebilmesi için her sokak başına meyhane yapılması için kampanya mı başlatmalı yoksa? 

Uyuşturucu kullanmak isteyenler, her aradıkları yerde uyuşturucu bulmak isterler.
Zina yapmak isteyenler her yerde bu kötülüğün işlendiği yerlerin bulunmasını isterler…
Hayrettin Bey’e sormalı:
Şimdi bu günah mekânları Allah’ın isteği mi? Olmaması ise Allah’ın isteğine zıt mı oluyor?
Kendisi ne derse desin, sözünün yanlışlığı ortada. Ayrıca “Allah günah işleme imkânı olmasını istiyor” demek Allah’a da açık bir iftiradır. Çünkü Allah günah işleme imkânı olmasını istemiyor, bunu destekleyen hiçbir âyet ve hadis de yoktur ve olamaz.

Sayın Karaman, “Günah işleme imkânı bulunacak fakat siz iradenizle, Allah'a olan sevgi ve saygınızdan dolayı onu ihlal etmeyeceksiniz” diyor. 

Günah işleme imkânının bulunmasını Allah istiyorsa, insanlara bu imkânı kim temin edecek?
Kâfirler zaten inançsız oldukları için Allah’ın emirlerini yerine getirmiyorlar. Öyleyse bu vazifeyi Müslümanlar mı yapacak? Yani Müslümanlar sevap işlenecek yerler değil de günah evleri mi açacaklar?
Bu ne tür bir mantıktır?
Devlet olsun vatandaş olsun, günah yolları ve günah yerleri açmak yerine ya bu yolları kapatırsa o zaman günah mı işlemiş olacak? 

Madem Allah günah işleme imkânı olmasını istiyormuş, öyleyse böyle mekânları açanlar bayağı büyük sevap işliyor olmalılar. Meselâ meyhane veya bilmem ne hâne işletenler…
Sayın Karaman! Bilmiyor musunuz, İslâm dini, günah işleme imkânlarının bulunmasını bir tarafa bırakın, günaha giden yolları bile kapatıyor. Kur’an-ı Kerim meselâ zina etmeyiniz demiyor, “Zinaya yaklaşmayınız” buyuruyor. Siz de kalkmış, insanların günah işleme imkânları olmalı diyor, üstelik bunu bir de Allah’ın istediğini söylüyorsunuz. 

Ama Kur’an, Karaman’ın dediği gibi demiyor. “Memleketin her il, ilçe hatta köyüne – çok affedersiniz- meyhâneler, bilmem ne hâneler açın ki her yerde günah işleme imkânı olsun, ama insanlar Allah’a olan sevgi ve saygılarından dolayı orada işlenen günaha düşmesinler” demiyor. 

İslâm dininin hedefi, insanların ellerinde her günahı işleme imkânı olsun ama bu imkânları kullanmasınlar diye bütün günah yollarını insanların emrine vermek değil, yeryüzünden bütün kötülükleri ve günah hatta günah yollarını kaldırmaktır. Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuyor mu?

Eğer Karaman’ın söylediği gibi olsaydı, Sevgili Peygamberimiz “İnsanların elinde günah işleme imkânı olsun ama Allah’a olan saygılarından dolayı günah işlemesinler diye, ben günah işleme imkânı temin etmek için gönderildim” buyururdu. Var mı böyle bir hadis? Zaten böyle bir şeyi düşünmek bile insanın imanını titretir… 

Peygamberimiz, “Kim bir kötü şey ortaya koyar da insanlar o kötülüğü işlerlerse, o kötülüğü işleyenlerin günahlarının bir misli de o kötülüğü başlatana yazılır” buyurmuyor mu? Onun içindir ki, insan öldürenlerin günahlarının bir misli de yeryüzünde ilk katil işini yapan Kâbil’e yazılmıyor mu?

Hayrettin Karaman yukarıdaki haberdeki sakîm sözleri şöyle devam ediyor:
“Erkekler kadını günah aracı olarak görmüşler. Bu günah aracını mümkünse evin içinde hapsetmeyi arzu etmişler. Sınırı aşma dediğim işte bu. Sınırı tarih boyunca aşmışlar. Peygamberimiz bile bununla mücadele etmiş.”

Değerli okuyucular! Hayrettin Bey acaba ne söylediğinin farkında mı?
Şimdiye kadar “Müslümanlar kadını dört duvar arasına hapsetmişlerdir” gibi sözleri hep inançsız kimselerden ve kadınları daima sokakta görmek isteyenlerden duymadık mı biz? Peki Hayrettin Bey’e ne oluyor? O niye aynı telden çalıyor? Müslümanların tarih boyunca kadınları evin içine hapsederek sınırı aştığını o da söylüyor? İlaveten de “Peygamberimiz bile bununla mücadele etmiş” diyor.

Yukarıdaki cümleleriyle Allah’a ve onun dinine iftira ediyordu, bu cümlesiyle de İslâm âlimlerine, ashâb-ı kirama ve Peygamberimiz’e iftira ediyor. 

Hem durup dururken bilhassa inançsız kimselerin istismar ettiği kadın meselesini kaşımak niye? Başka mesele mi yok bu zatın? Müslümanların halledilecek meseleleri mi kalmadı?
Niyet üzüm yemek olmadığı için, Hayrettin Bey meseleyi eksik de ele alıyor. Şöyle ki:
Günah aracı sadece kadın değil. Mal-mülk, para ve ağızdan çıkan sözler da icabında birer günah aracıdır. Hatta kendini beğenerek kılınan namaz bile… Bu misalleri çoğalt çoğaltabildiğin kadar… 

Kadınlara gelince:
Az da olsa çalışan kadın varsa da ekseriyetle erkekler çalışır kadınlar ise evdedir. Yani vazifeleri icabı kadınların vakitlerinin çoğu zaten evlerinde geçer. Kadınların, evinde yani işlerinin başında olmaları, onları eve hapsetmek değil aksine vazifelerinin başında bırakmaktır. Kaldı ki, zamanımızda bile kadınlar köylerde bağ-bahçe ve tarlada yani ev dışında çalışmaktadırlar.
Ayrıca, bazı erkeklerin icabına göre evde kaldıkları gibi, kadınlar da ihtiyaç oldukça dışarıya çıkabilirler ve çıkagelmişlerdir. Yani kadınları eve hapsetme gibi bir durum yoktur. 

Hem de kadınların dışarı çıkma ihtiyacı oldu da İslam âlimleri “Kadınlar hiçbir şekilde dışarı çıkamazlar” diye fetvâlar mı verdiler? Yok böyle bir şey. Var demek İslâm âlimlerine iftiradır.
Velhâsıl, kadın zaten çok zaman evindedir. Yemek yapar, bulaşık yıkar, çocuğuna bakar, evinin temizliğini yapar, dışarıya çıkma ihtiyacı olduğu zaman pekâlâ dışarıya da çıkar. 

Öyleyse Sayın Karaman’ın –haydi derdi ne zoru ne demeyelim- isteği ne? Kadının, saydığımız bu vazifelerini yapmayıp, vaktini dışarılarda geçirmesini mi istemektedir? 

Geçmiş asırlarda yaşayan kadınların, şimdi olduğu gibi tek başlarına her istedikleri yerde erkekler gibi gezemeden vefat etmiş olmalarını içine sindiremiyor da onları müdâfaa ederek aklınca onların ruhlarını memnun etmek mi istemektedir?
Öyle ise bile zamanımıza bakarak müsterih olabilir. Bugün; isteyen kadınlar, istedikleri yerlerde, istedikleri gibi, istedikleri kadar gezip tozmakta ve istedikleri açıklıkta elbiseler giyerek, istedikleri kadar dışarıda arzı endam etmektedirler. Dolayısıyla Hayrettin Karaman’ın yukarıdaki isteği yerini bulmakta, kadınlar vasıtasıyla günah işlemek imkânı herkes için bol bol bulunmaktadır.

Sayın Karaman, dünyanın her tarafının plajlar gibi olduğu ve her günahı işleme imkânının bol bol bulunduğu günümüz manzarasına ne diyor acaba? 

Her halde “Hah işte böyle olmalı!” demiyordur. Dese dese “Bu kadarı da fazla canım. Ben bunu demek istemedim” diyordur. En azından bizim kendisinden beklentimiz böyle.
Veya baştan beri yazdıklarımızla biz bir yanlış anlayış içindeysek doğrusu nedir, bilmek isteriz.
Karaman’ın yukarıdaki sözlerini tekrar hatırlayalım. Şöyle diyordu:

“Erkekler kadını günah aracı olarak görmüşler. Bu günah aracını mümkünse evin içinde hapsetmeyi arzu etmişler. Sınırı aşma dediğim işte bu. Sınırı tarih boyunca aşmışlar. Peygamberimiz bile bununla mücadele etmiş.”

Karaman’ böyle söyleyedursun, biz şunları hatırlayalım:

* Peygamberimiz, kadının mescidinin, namaz kılacağı en makbul yerin evinin bir köşesi olduğunu buyurmuştur.
* İslam fıkhına göre, kadınların namazlarını cemaatle kılmak için mescide/câmiye gitmeleri erkekler gibi olmayıp bazı şartlara bağlıdır.
* Kadınlar mescidde/câmide değil evlerinin bir odasında itikaf yaparlar.
* Müslüman hanımlara örnek olan Peygamberimiz’in hanımları olan annelerimiz, vakitlerini Hâne-i Saâdet’te geçirirlerdi. Hatta zevcelerinden biri Peygamberimiz’in irtihalinden sonra, vefatına kadar evinden hiç çıkmamıştır. 

Bu gerçekleri Sayın Karaman da bilir. Bilmeye bilir de hem bilip hem de Peygamberimiz’e ve ashab-ı kirama iftira dolu yukarıdaki cümleleri söylemekteki niyet ve gayesinin ne olduğunu da biz bilsek.

Yukarıdaki sözünde ““Erkekler kadını günah aracı olarak görmüşler. Evin içinde hapsetmeyi arzu etmişler. Peygamberimiz bile bununla mücadele etmiş” diyor. 

Oysa bu iddiası desteksiz bir atıştır ve tarihte böyle bir mücâdele yoktur. Eğer var olmuş olsa, Peygamberimiz’in bu mücadeleyi Müslümanlara yani ashab-ı kirama karşı vermiş olması icap eder. Ve yine bunun gerçek olması için, Peygamberimiz’in ashab-ı kirama “Kadınları günah aracı olarak görüp de evlere hapsetmeyin” demiş olması, ashab-ı kiramın da inadına Peygamberimiz’in bu sözüne itiraz etmesi, bunun üzerine de Peygamberimiz’in onlara bunu kabul ettirebilmek için onlara karşı mücadele vermiş olması icap ederdi.

Ama ne ashab kadınları günah aracı olarak görüp evlere hapsetmiştir, ne Peygamberimiz ashaba “Kadınları günah aracı olarak görüp de evlere hapsetmeyin” demiştir, ne onlar buna itiraz etmiş ve ne de Peygamberimiz böyle bir mücadele vermiştir. Tarihte böyle bir şey yoktur. Var olan, şanlı ashaba ve Peygamberimiz’e yapılan iftiradır.

Hayrettin Karaman’ı dinlemeye devam edelim: 

“Peygamber Efendimiz zamanında saflar önce erkekler, sonra erkek çocuklar sonra da kadınlar şeklinde sıralanmış. Ama erkekler kadınların hizasında olsalar…
Mezhep imamları bu konuyu tartışmışlar. Mesela Hanefiler demişler ki, kadın önde olursa ya da erkeğin hizasında olursa erkeklerin namazı bozulur. Ama diğer imamlar bozulmaz demişler. Bozulmaz niye bozulsun. Kadınlar ve erkekler aynı hizada durabilirler.”

Değerli okuyucular, “Bozulmaz niye bozulsun. Kadınlar erkekler yan yana durup namaz kılabilir” diyerek İmam Muhammed, İmam Ebû Yusuf ve İmam-ı Âzam Hazretleri’nin kısaca bütün Hanefî müctehidlerinin ictihadlarını bir çırpıda kenara atan ve bu tavrıyla “Onların bu yanlış sözlerine kulak vermeyin” demek isteyen bu zata hatırlatalım: 

Siz ve sizin gibiler, 1970’li yıllarda mezhepsizlikle suçlanıyordunuz da buna itiraz ediyordunuz. Şimdi işte açıkça Hanefî mezhebinin ictihadına itiraz ediyorsunuz.
Madem mezhepleri inkâr etmiyorsunuz, o halde söyler misiniz, hangi mezheptensiniz?
Bu zata söyleyecek başka sözümüz de var.
Sayın Karaman! “Peygamber Efendimiz zamanında saflar önce erkekler, sonra erkek çocuklar sonra da kadınlar şeklinde sıralanmış“ diye kendiniz söylüyorsunuz. Siz de biliyorsunuz ki bu sıralamayı yapan Peygamberimiz’dir.
O halde size 3 soru:
1- Kadın ve erkeklerin aynı hizada, yan yana namaz kılmaları mahzurlu değildi de Peygamberimiz niçin kadın ve erkeklerin aynı hizada namaz kılmalarına izin vermedi / vermiyordu?
2- Peygamberimiz niçin, “Günah işleme imkânı bulunacak fakat siz iradenizle, Allah'a olan sevgi ve saygınızdan dolayı onu ihlal etmeyeceksiniz” diyerek kadın ve erkeklerin yan yana namaz kılmalarına izin vermedi?
3- Peygamberimiz’in tatbikatı mı doğrudur yoksa sizin yukarıda naklettiğimiz iddianız mı?

***

Sayın Karaman, Ramazan ayında kaleme aldığı 15/8/2010 tarihli yazısında -aşağıda altı çizili satırlarda göreceğiniz gibi- bazı medya kuruluşlarından şöyle şikâyette bulunuyordu:

"Her zaman ama özellikle Ramazan'da, İslam, medyanın gündemine giriyor. Bir kısmı müminlere hizmet, kendileri için de kazanç olsun diye erbabına İslam'ı anlattırmayı tercih ediyorlar ve onları rahatsız edecek, kafa karıştıracak, huzur bozacak davranışlardan ve konuları tartışma zeminine çekmekten uzak duruyorlar.

Bir kısmı ise fırsat elvermişken İslam'ı veya ona ait gösterilen bazı konuları tartışma mevzuu yapıyor, kendilerince İslam'ın yumuşak karnı gördükleri meseleleri piyasaya sürüyor, bundan sonuç almaya (insanları İslam'dan uzaklaştırmaya) çalışıyorlar." 

Bu satırların sahibi olan Sayın Karaman, “İslam'ın yumuşak karnı gördükleri meseleleri piyasaya sürüyor, bundan sonuç almaya (insanları İslam'dan uzaklaştırmaya) çalışıyorlar” derken, memleket gündeminde olmayan bu meseleleri köşesinde günlerce işleyerek piyasaya bizzat kendisi sürdü. Hem de ehl-i sünnet mensubu ulemânın izahlarına ters olarak.

Yazısında, insanların kafalarını karıştırmak için bazı medya kuruluşlarının tartışma konusu yaptığını söylediği meseleleri 9 madde halinde şöyle sıralıyordu:

“…..Recim, kadınların sünneti, çok kadınla evlilik, mirasta kadına az, erkeğe çok verilmesi, el kesme cezası, kocanın karısını dövme hakkı, kölelik, tasadduk (muhtaçlara yardım), tesettür... konuları günümüzde Doğu'da ve Batı'da sıkça tartışılan ve kötü niyetli olanların istismarına açık bulunan konulardır.”

Sıraladığı bu 9 madde hakkında, “Bu meseleler Doğu'da ve Batı'da sıkça tartışılan ve kötü niyetli olanların istismarına açık bulunan konulardır” dediği halde, ortada fol yok yumurta yokken aynı meseleleri bizzat kendisinin gündeme taşıyıp günlerce üzerinde durmasını ne ile izah edecek? Madem bunlar istismar ediliyor da durup dururken bu meseleleri gündeme taşımamak icap etmez miydi?

Karaman yazısının devamında şöyle diyordu:

“….Bunlar İslam'da yok ise yok diyelim, sahip çıkmayalım, İslam'a mal ederek ona zarar vermeyelim. Var ise "bugün Müslümanların meseleleri bunlar mı" diye soralım ve oyuna gelmeyelim.”

Evet gelmeyelim. Gelmeyelim ama oyuna gelmemek, aynen bu meseleleri istimrar edenler gibi gündeme taşıyıp günlerce üzerinde durmakla mı oluyor?

Zaten istismar edenler de aynı şeyleri yapmıyorlar mı?

Öyleyse, bu yapılanın kötü niyetliler dediğimiz kimselerin yaptıklarından ne farkı kalıyor Sayın Karaman?

Değerli okuyucular!

Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, bazı ilâhiyatçılarımızın devirdiği çamları katarlar taşıya taşıya bitiremez. Varsın onlar çam devirmeye devam etsinler. Biz de onların devirdiği çamları, hatta çamların alev almasıyla meydana gelen yangınları sesimizin çıktığı kadar Müslümanlara haber vermeye devam edeceğiz.


 Ali Eren
17/1/2011

Hayrettin Karaman ne dediğini kendi biliyor mu? Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi değilmiş...

ali eren, dinler arası diyalog, Fethullah Gülen, gazeteciler ve yazarlar vakfı, hayrettin karaman, sapık hocalar - yazarlar




NE ARARSAN BULUNUR DERDE DEVADAN GAYRİ…


Muhterem okuyucular, hani “Ne ararsan bulunur derde devadan gayri” derler ya, malûm ilâhiyatçılarımızın kalemlerinden ve dillerinden çıkanlar da aynen öyle. Onlarda da doğrudan başka ne ararsan var. Muhteremlerin kitap, yazı ve konuşmaları nisyanla değilse de gerçeklere isyanla dolu.

Makaleleri makale, kitapları kitap, hitapları hitap değil, sanki her biri birer hata hazinesi. Îtikâdî hata mı ararsınız, fıkhî hata mı ararsınız, İslam tarihiyle ilgili hata mı ararsınız, ne çeşit hata ararsanız hepsi onlarda mevcut. Mevcut ne kelime, mebzûl. Hem de bile bile lâdes cinsinden.

Geçen ayki sayımızda hocaların hocası(!) Hayrettin Karaman’ın yenilir yutulur cinsten olmayan hatalarından bir nebze bahsetmiştik. Ama bu hata ve yanlışlar üç-beş makalede anlatmakla bitecek gibi değil. Çünkü bunlar az-uz şeyler değil adeta ucu bucağı bulunmayan bir yanlışlar hazinesi. Veya yanlışlarla dolu bir dipsiz kuyu. Yazmakla bitecek gibi değilse de olsun, bitiremeyecek bile olsak ümitsiz değiliz, yazmaya devam edeceğiz.


Sayın Karaman’ın bu makalede ele alacağımız hataları bir kitaptan alınma. Hayrettin Bey orada bazı iddialarda bulunuyor. O sözleri, Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu "Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Kültürlerarası Diyalog Platformu (KADİP)" tarafından tertib edilen "DİYALOG" toplantılarından birisinde söylemiş. Yanında başka konuşmacılar da var. Hepsinin söyledikleri “Polemik Değil Diyalog” isimli kitapta mevcut. Bizim konumuz Hayrettin Bey’in sözleri. Orada Karaman’a söz arkadaşlığı yapan şahıslar da var. Onlar şu kimseler:


Ali Bulaç, Ali Erbaş, Arif Gökçe, Cemal Uşşak, Faruk Tuncer, İlyas Üzüm, Niyazi Öktem ile bir Hıristiyan olan Vatikan temsilcisi George Marovitch ve Dozideos Anagnasdopavlos ile bir Yahudi olan Yusuf Altıntaş…



Karaman’ın sözlerini, “Polemik Değil Diyalog” isimli kitaptan sahife numaraları vererek aktaracağım. Lütfen şoka girmemeye çalışarak okumaya çalışın. İşte bir cümlesi:


“Bütün insanların Müslüman olmaları’ dinin, Kur’ân’ın hedefi değildir.
” (Polemik Değil Diyalog, sahife: 41)


Sözü hemen biz alalım ve kendisine sıcağı sıcağına soralım:




Kur’an’ın hedefi bütün insanların Müslüman olmaları değil de ya nedir Hayrettin Bey? Bazılarının gâvur olarak yaşayıp gâvur olarak ölüp sonsuz cehennem azabına girmeleri mi?


Rabbimizin, Nisâ sûresi 170. âyetteki bütün insanları hedef alan “Ey insanlar! Resûl size rabbinizden gerçeği getirdi. Kendi faydanıza olarak ona iman edin” emrini ne yapacağız?


Âyette, “Ey insanlar!” diye bütün insanlığa hitap ediliyor. Siz bu âyetten “Ey insanlar! Hepiniz iman etmeniz şart değil. Bir kısmınız iman ederseniz yeter” mânâsını mı anlıyorsunuz? “Ona iman edin” emrini “Ona iman etmeyin” şeklinde tersine çevirip başkalarına da öyle anlatmak, hangi düşünce, hangi niyet ve hangi gayenin mahsulüdür?


Sayın Karaman “Bütün insanların Müslüman olmaları’ dinin, Kur’ân’ın hedefi değildir” diyor, Kur’an-ı Kerim ise tersini emrediyor.

Karaman’ın iddiasının aksine Allah kelamında şöyle buyruluyor:

(Resûlüm!) Ey insanlar! Haberiniz olsun ben size, sizin hepinize (gönderilen) Allah'ın rasûlüyüm de.” (7/A’raf, 158)


Gördüğünüz gibi Rabbimiz, sevgili Peygamberimiz’in bütün insanlara gönderilen bir peygamber olduğunu yani İslamı tebliğde hedefinin bütün insanlar olduğunun ilan edilmesini emrediyor, Karaman ise “Bütün insanların Müslüman olmaları’ dinin, Kur’ân’ın hedefi değildir” diyor.

Tabii ki Müslümanlar için aslolan Kur’an’ın beyanıdır.

Allah’ın, İslamı tebliğ etmek gibi bir emri var. Yani emr-i bi’l-mâ’ruf. Eğer “Bütün insanların Müslüman olmaları’ dinin, Kur’ân’ın hedefi değil” ise, Müslüman olmayanlara Müslümanlığı anlatmanın ne mânâsı olur? İslamı kabul etmemiş olanlara İslam dinini anlatıp onların Müslüman olmalarına sebep olanlar, Kur’an’ın hedefinin dışına mı çıkmış oluyorlar yani?


Yeryüzündeki bütün Müslümanlar, “Nasıl olsa Kur’an böyle bir şey istemiyor” diyerek Müslüman olmayanlara İslamı tebliğ etmekten vaz mı geçsinler? Sayın Karaman acaba Müslüman olmayan birisiyle konuştuğunda, “İslamı anlatırsam ola ki adam müslüman oluverir. Halbuki bütün insanların Müslüman olmaları’ dinin, Kur’ân’ın hedefi değil” diyerek İslamı anlatmaktan, kaçınıyor mu acaba?

Yukarıda baş tarafının meâlini arzettiğim âyetin devamında şöyle buyuruluyor:

“Allah’a ve onun sözlerine inanan ümmî peygamber olan resûlüne de inanın. Ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”
 ( 7/ A’raf, 158)

Görüldüğü gibi, doğru yolu bulmak ancak ümmî Peygamber olan Hazreti Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve selleme uymakla mümkün. Bu hitap ve emir Müslüman olmayan bütün insanlaradır. Başkaca bir yol da yok.
Öyleyse Hayrettin Bey’e sormaya devam edelim:

Âyet açık açık “Allah’a ve onun sözlerine inanan ümmî peygamber olan resûlüne de inanın” buyuruyor. Devamında da doğru yolu bulmanın ancak sevgili Peygamberimiz’e uymakla mümkün olacağı bildiriliyor. Peki nasıl oluyor da Kur’an bütün insanların Müslüman olmalarını hedeflememiş oluyor? Kur’an, insanların bir kısmının doğru yolu bulmalarına engel olup onları –hâşâ- sapıklıkta mı bırakıyor?


Karaman aynı kitabın 35. sahifesinde “Müslümanların çoğu ‘Peygamberin, bütün din sâliklerini İslâm’a çağırdığına’ inanırlar” diyor. Bununla, “Gerçek onların inandıkları gibi değil ama Müslümanların çoğu maalesef işte böyle bir yanlış kanaat taşıyorlar” demeye mi getiriyor?


Hayır Hayrettin Bey! “Müslümanların çoğu” değil tamamı öyle inanıyor. Gerçek de zaten onların inandığı gibi. Peygamberimiz’in hükümdarlara gönderdiği İslâma davet mektupları ortada. Bu gerçeği dünyadaki bütün siyer ve tarih kitaplarından silmeye gücünüz yetmeyeceğine göre ne demeye bir yanlış peşinde israr edip duruyorsunuz? Ve gayeniz ne!!!


Kişi dava ve idealinden kolay kolay vaz geçmeyeceğine göre belli ki siz de bu davadan vaz geçmeye niyetli değilsiniz. Onun içindir de israrla hâlâ Peygamberimiz hakkında aslı astarı olmayan şu cümleyi söyleyebiliyorsunuz:


“Peygamberimiz ‘Yahudiler mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor, ‘Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ 
demiyor.” (Sa: 35)

Ya ne diyor? Bana inanmayıp kâfir kalsınlar da varsın ebedî cehennemi boylasınlar mı diyor? Allah şöyle buyurmuyor mu?


“Her kim Allah'a ve resûlüne inanmazsa bilsin ki, biz kâfirler için bir çılgın ateş hazırlamışızdır.” (48 Fetih, 13)


Allah Resûlü, Hıristiyan ve Yahudilerin çılgın ateşe atılmalarını mı istiyor yani? Onun hakkında bu nasıl iftiradır böyle? Peygamberimiz’in hayatı, hem müşrikleri hem de Hıristiyan ve Yahudileri İslama davetle geçmemiş midir? Zaten peygamberlik vazifesi de bunu gerektirmiyor mu?


Haydi siyer ve tarih kitaplarını yok sayıyorsunuz, peki Hıristiyan ve Yahudileri Peygamberimiz’e iman etmeye çağıran bunca âyeti ne yapacaksınız?


Merhum müfessir Elmalılı Hamdi Efendi’nin şu cümlesine ne diyeceksiniz:


"Velev bir Rasûlü olsun diğerlerinden ayırıp inkâr etmek, mâhiyeti risâleti (peygamberlik müessesesini) inkâr etmektir. Mâhiyeti risâleti inkâr etmek, bütün peygamberleriyle beraber Hak Teâlâyı inkâr etmektir."
 (Hak Dini Kur'ân Dili, 2/1144)


Elmalılı Merhum’un da söylediği gibi Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslüman olmayan herkes Peygamberimiz’e inanmadığı için Allah’ı inkâr etmiş oluyor, siz de kalkmış hem “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi değil” diyor hem de “Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun demiyor” diyorsunuz.


Bu durumda, hâşâ hem İslam dini hem Kur’an ve hem de Peygamberimiz insanların Allah’ı inkâr etmesini istemiş oluyor. Yüzbin kere hâşâ…


Devam edelim…


1- Kur’an; Peygamberimiz’e inananların, ona inanmadan önce bir sapıklık içinde olduklarını beyan buyuruyor. ( Âli İmran, 164)


Eğer Karamanın söylediği gibi, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi olmasa ve Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ dememiş olsaydı, hâşâ insanların ona inanmayıp sapıklık içinde kalmalarını istemiş olurdu.


2- Kur’an; Allah’a itaatla beraber Peygamberimiz’e de itaat edilmesini emrediyor. (Nisâ, 59, 80)


Eğer Karamanın söylediği gibi, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi olmasa ve Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ dememiş olsaydı, hâşâ insanların Allah’a itaat etmemelerini istemiş olurdu.


3- Kur’an; mü’minlerin yolundan başka bir yol edinenlerin cehenneme atılacağını bildiriyor. ( Nisâ, 115)


Eğer Karamanın söylediği gibi, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi olmasa ve Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ dememiş olsaydı, hâşâ insanların ona inanmayıp cehenneme atılmalarını istemiş olurdu.


4- Kur’an; Âhiret kurtuluşuna erenlerin sadece ümmî Peygamber olan Muhammed Aleyhisselam’a inananlar olduğunu haber veriyor. (A’raf, 157)


Eğer Karamanın söylediği gibi, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi olmasa ve Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ dememiş olsaydı, hâşâ insanların ona inanmayıp âhiret kurtuluşuna kavuşmamalarını istenmiş olurdu.


5- Kur’an; Peygamberimiz’in Allah yoluna çağıran bir dâvetçi ve bir nur olduğunu bildiriyor. (Ahzab, 46)


Eğer Karamanın söylediği gibi, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi olmasa ve Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ dememiş olsaydı, hâşâ insanların ona inanmayıp bu nurdan mahrum kalmalarını istemiş olurdu.


6- Kur’an; Peygamberimiz’in âlemlere rahmet olarak gönderildiğini bildiriyor. (Enbiyâ. 107)


Eğer Karamanın söylediği gibi, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi olmasa ve Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ dememiş olsaydı, hâşâ insanların ona inanmayıp bu rahmetten mahrum kalmalarını istemiş olurdu.


7- Kur’an; Âhiret saadetini isteyenler için Peygamberimiz’in en güzel örnek olduğunu bildiriyor. (Ahzab, 21)


Eğer Karamanın söylediği gibi, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi olmasa ve Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ dememiş olsaydı, hâşâ insanların sapıklık içinde kalıp bu güzel örnekten mahrum kalmalarını istemiş olurdu.


8- Kur’an; Peygamberimiz’in kendi arzusuna göre değil vahiyle hükmettiğini bildiriyor. (Necm, 3-4)


Eğer Karamanın söylediği gibi, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’ân’ın hedefi olmasa ve Peygamberimiz ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!’ dememiş olsaydı, hâşâ diğer insanların sapıklık içinde kalıp Allah’ın vahiyle bildirdiği hükümlerden mahrum kalmalarını istemiş olurdu.


Bu misâlleri artırmak mümkün. Ama daha fazla uzatmaya lüzum yok. Mesele anlaşılmıştır.


Hayrettin Karaman’ın bir cümlesi de şöyle:


“Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i kitabla ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah’a iman, âhirete iman ve amel-i salihdir. Kur’ân birçok âyette bunu söylüyor; yani ‘Peygambere iman edin’ demiyor.” (Sa: 37)


Bakın ve bir ilâhiyat profesörünün insanları nasıl yanlış yola yönlendirildiğini görün? Onun söylediğine bakarsanız, Müslümanlardan 6 iman şartına inanmalarını isteyen Hazreti Allah, ehli kitaba yani Hıristiyan ve Yahudilere üç maddelik bir tenzilat yaparak onlardan sadece üç şartı yerine getirmelerini istiyor. Neymiş o şartlar? “Allah’a iman, âhirete iman ve amel-i salih“ işlemek.


Meleklere ve kitaplara inanmaları diye bir şart var mı? Yok.


Hayrettin Bey’in bu sözlerinden yola çıkarak pekâlâ şöyle denilebilir:


Bir Müslümanın cennete gidebilmesi için, imanın 6 şartına inanması gerektiği gibi ibâdet de etmesi şart. Ama o Müslüman İslam dinini terk edip ehl-i kitap yani ya Hıristiyan veya Yahudi olursa, o zaman imanın 6 şartına inanması şart olmuyor. Sadece Allah’a ve âhiret gününe inanması yeter. Bir de amel-i salih yapsın kâfi. Amel-i salih de iyi işler yani.


Öyleyse, 6 şarta inanıp ayrıca ibâdet de ederek cennete girmek için uğraşacağına, Yahudi veya Hıristiyan ol, sadece Allah’a ve âhiret gününe inan. Bir de iyi işler yap, gir cennete. Ne âlâ ne güzel…


Peki değerli okuyucular, bu söz insanları Müslümanlıktan soğutmaya yönelik değil mi? Hadi propaganda demeyelim ama insanları Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe özendirmeye yönelik değil mi?..


Değerli okuyucular! Yukarıda Elmalılı Merhum’dan naklettiğimiz gibi, “Bir peygambere iman etmemek Allah’a iman etmemektir.” Dolayısıyla, “Kur’an, ehli kitaba, peygambere iman edin demiyor” demek, “Kur’an ehli kitaba Allah’ı inkâr edin diyor” demektir ki Peygamberimizden bu zamana kadar 14 asırdan beri Kur’an’a böyle bir iftira yapıldığı ne görülmüş ne de duyulmuştur…


Bu hususta Hayrettin Karaman bir ilk...


Bakın Hıristiyan inancı nasıl? Onların inançlarının 2 maddesi, kendilerine ait bir kitap olan KATEŞİZM’de şu şekilde geçiyor:


1- Görünen ve görünmeyen varlıkları, yeri ve göğü yaratan, her şeye kadir Tanrı Baba'ya inanıyorum.


Hayrettin Karaman’ın dediği gibi “Kur’an, ehli kitaba, peygambere iman edin demiyor” da, Allah’a baba demeye devam edin mi diyor?


2- Tanrının biricik oğlu tek rab ve ezelde Baba'dan doğmuş olan Mesih İsâ'ya inanıyorum. O Tanrı'dan gelen Tanrı, nurdan nur, gerçek Tanrı'dan gerçek Tanrı'dır. Yaratılmış olmayıp, Baba ile aynı özdedir ve her şey onun aracılığıyla yaratılmıştır…" (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Fransızca'dan tercüme eden: Dominik Pamir, s. 64)


Hayrettin Karaman’ın dediği gibi “Kur’an, ehli kitaba, peygambere iman edin demiyor” da, Hazreti İsa’yı hem ikinci bir ilah kabul edin hem de Allah’ın oğlu olduğuna inanın mı diyor?


Değerli okuyucular!


İslam inanç ve itikadına göre, bir Müslüman herhangi bir peygamberi inkâr etse Allah korusun imanını kaybeder. Ama Hayrettin Karaman’ın söylediğine göre “Allah Hıristiyanlara, son peygambere iman edin demiyor.” Ve bir Hıristiyan en büyük peygamber Muhammed Aleyhisselam’a inanmasa, nedense ona bir şeycik olmuyor! Hatta bir şey olmamak bir tarafa inanmasına lüzum bile yokmuş. Çünkü Kur’an ona son peygambere inan demiyormuş…


Allah Allaaah! Hıristiyan ve Yahudilere bu inanmama, bu inançsızlık serbestliği ve buna rağmen cennete girme imtiyazı nereden geliyor acaba?


Öyle zannediyorum ki, böyle şeyleri Kitab-ı Karamânî’den başka bir kitap yazmaz. Kitab-ı Karamânî’nin de maalesef baskısı yok. Aslı ve orijinali Sayın Karaman’ın zihninde olsa gerek…


Şimdi artık Hayrettin Karaman’ı can evinden vurma zamanı geldi. Değerli okuyucular, şu cümlelere bilhassa altı çizili yerlere lütfen dikkat:


"Kur'ân-ı Kerîmin üslûbu ve "mîsâkla / Allah’a verilen söz" ile ilgili âyetler dikkatle incelendiğinde görülür ki, burada kasdedilen, bizzat peygamberlerden söz alınması değil, onların kendi ümmetlerinden Hz. Muhammed geldiğinde ona iman edeceklerine ve ona destek vereceklerine dair söz almalarıdır. (Taberî, III, 331-332; İbn Atıyye, I, 463-464, Râzî, VIII, 114-116)


Bu cümleler Hayrettin Karaman’ın imzası bulunan Kur’an Yolu Türkce Meâl ve Tefsîr’in, 2003 tarihli 1. baskısının I. cilt 457.ci sahifesinde yazılı…


Şimdi bu ifadeler ile yukarıda kaydettiğimiz cümlesini arka arkaya tekrar okuyalım. Karaman’ın imzası bulunan Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsîr, “Peygamberler, kendi ümmetlerinden Hazreti Muhammed geldiğinde ona iman edeceklerine dair söz aldılar” dediği halde aynı Karaman “Polemik Değil Diyalog” isimli kitapta, “Kur’an, ehli kitaba, peygambere iman edin demiyor” diyor. Yani bir öyle bir böyle söyleyerek, karakolda doğru söyler mahkemede şaşırır durumuna düşüyor.


“Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir”e tekrar dönelim:


“(…Hz. Peygamber Selmân’ı çağırıp şöyle buyurdu: ‘Bu âyet (Bakara: 62) senin arkadaşların (Hıristiyanlar) hakkında indi. Kim benim peygamber olarak geldiğimi işitmeden önce Îsâ’nın dini ve İslâm üzere ölürse o hayırdadır. Ama bugün kim beni işitir de bana imân etmezse o da helak olmuştur.” (bkz. Taberî, I, 253-257). (Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2006, 2. baskı C. I, s. 135)


Demek ki neymiş? Kendi yazdığınız kitaba göre Peygamberimiz şöyle buyuruyormuş:


Bugün kim beni işitir de bana iman etmezse, o kimse âhirette helak olmuştur.”


Ben bunu sizin kitabınızda okuyup kabul ettim. Siz de kendi kitabınızdaki bu gerçeği kabul ediyor musunuz?


Hiç zannetmem. Çünkü siz “Kur’an, ehli kitaba, peygambere iman edin demiyor”diyorsunuz. Ama siz yırtınsanız da Peygamberimiz “Bugün kim beni işitir de bana iman etmezse, o kimse âhirette helak olmuştur” buyuruyor ve siz de bunu kitabınızda yazarak farkında olmadan tenakuzdan tenakuza düşüyorsunuz.


Şimdi soralım:


Hangi sözünüz doğru? Polemik Değil Diyalog isimli eserdeki sözünüz mü yoksa “Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir”deki yazılanlar mı?


Veya şöyle soralım: Sizin iddianız mı doğru yoksa Peygamberimiz’in buyurduğu mu?


“Kur’an, ehli kitaba, peygambere iman edin demiyor” sözünüzün aklî, mantıkî, ilmî ve dinî bir geçerliliği var mı Allah aşkına? Bu sözünüzü okuyanlar, “Bu sözü söylemek için, kişinin ya ilimden bî behre olması veya art niyetli olması lâzım” demezler mi?


Siz de bilirsiniz, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:


“Ey iman edenler! Allah'a, Resûlüne, indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitablarını, rasûllerini ve âhiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüştür.“ (4 / Nisâ, 136)


Hayrettin Bey!


Bu âyette Allah’ın resûllerine, kitablara ve meleklere inanmayanların sapık olduğu bildiriliyor. Öyleyse Allah’ın peygamberi olan Hazreti Muhammed Aleyhisselam’a ve Allah’ın kitabı olan Kur’an’a inanmayan ehl-i kitap (Hıristiyan ve Yahudiler) sapık mı değil mi?


Başka bir âyet meâli:


“Seni de başka değil, ancak bütün insanlara şamil bir risâletle rahmetimizin müjdecisi, azabımızın habercisi (olarak) gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (34/ Sebe, 28)


Hayrettin Bey!


Allah celle celâlühû Peygamberimiz’in rahmet müjdecisi ve azap habercisi olduğunu bildiriyor. Ama ehl-i kitap bunu kabul de etmiyor iman da etmiyor. Peki bunun onlara bir zararı olur mu?


Başka bir âyet meâli:


“Her kim İslâm'ın gayrı bir din ararsa, artık ondan ihtimali yok ki kabul olunmaz ve âhirette o husran çekenlerden olur.” (3 / Âli İmran, 85)


Hayrettin Bey!


Kur’an böyle buyurduğuna göre İslamdan başka bir dine mensup olan ehli- kitap âhirette hüsrana uğrar mı uğramaz mı?


Başka bir âyet meâli:


Vaktiyle Allah kendilerine kitab verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve onda olanları gizlemeyeceksiniz diye söz almıştı. Ama onlar bunu kulak ardı ettiler ve onu az bir değere değiştiler. Bu alış verişleri ne kötüdür. (Kur'ân: 3/187)


Hayrettin Bey!


Allah kendilerine ilim verilenlerden de gerçekleri açıklamalarını ister değil mi? Açıklamayıp üç-beş kuruş dünyalık uğruna gizleyenlerin alış verişleri nasıldır?
Bundan sonra artık ben ne diyeyim bilmem ki! Görün işte ey ehli iman! Görün görün!.. 


Ali Eren (10/2/2011)


13 Temmuz 2013 Cumartesi

Hayrettin Karaman ne yapmaya çalışıyor?



hayrettin karaman, kimdir, sapık hocalar



Hayrettin Karaman, 1934 yılında Çorum’da doğdu. Yüksek İslam Enstitüsünde okudu. İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İslam Hukuk Tarihi, Laik Düzende Dini Yaşamak.

            Hayrettin Karaman, Merhum Ahmed Davutoğlu Hocanın talebelerindendir. İlk ismi duyulmaya başlandığı zamanlarda orta yollu idi. Mesela, dinler arası diyalog önerisini ilk defa gündeme getiren Süleyman Ateş’e ilk karşı çıkanlardan birisi de Hayrettin Karaman’dır. Lakin yıllar sonra nasıl olduysa oldu, dinler arası diyalog faaliyetlerinin öncülerinden oluverdi. Hayrettin Karaman, bu diyalog fikrini savunması hasebiyle beyan ettiği sözlere baktığımız zaman Şer’i Şerife uygunluğu pek gözükmemektedir.

“Kur’an’ın cennete gireceklerini bildirdiği Yahudi ve Hıristiyanlarla cehenneme gireceklerini bildirdiği arasında fark vardır. Allah’a şirk koşmadan Allah’ın bildirdiği dinlerine göre yaşayan ehl-i kitap cennete girecekler. Nitekim Müslümanlarda böyledir.”[1]

“Peygamberimiz: ‘Yahudi mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor, ‘Hıristiyan mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor. Diyor ki: ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar tek Allah’a inansınlar, ahrete inansınlar ve kendi kitaplarında da bulunan iyiliklere göre yaşasınlar; beni de sahtekârlıkla, yalancılıkla itham etmesinler. Getirdiğim kitabın da şuradan buradan çalıntı olduğunu söylemesinler.’ Dolaysıyla; ‘Bu takdirde onlar da cennete giderler.’ demiş oluyor.’”[2]

Hayrettin Karaman böyle buyurmuş; ama bakalım Yüce Kur’an’ımız ne buyurmuş:



“De ki: ‘Ey insanlar! Ben, sizin hepinize gönderilmiş Allah’ın bir peygamberiyim! O Allah ki, göklerle yerin mülkü O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Hem diriltir, hem öldürür. Onun için, gelin Allah’a ve O’nun ümmi nebi olan Resulüne iman edin. O, Allah’a ve O’nun kelimelerine iman getirendir. O’na tâbi olun ki hidayete eresiniz.”[3]

Hatemü’l Enbiya Muhammed Mustafa (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İslam’a gir ki kurtulasın! Allah da sana ecrini iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen, bütün etbâ’ının günahı senin üzerine yüklenecektir.”[4]

Yine Buhari’de şöyle bir olay anlatılmaktadır: Resulullah (s.a.v.)’e hizmet eden bir Yahudi çocuğu vardı, bir ara çocuk hastalandı, Resulullah (s.a.v.) onu ziyarete gelip başının yanına oturdu ve ona: “İslam’ı kabul et!” buyurdu. Bunun üzerine çocuk, yanında duran babasına baktı, babası ona: “Ebu’l Kasım (s.a.v.)’a itaat et.” deyince çocuk Müslüman oldu. Resulullah (s.a.v.), o çocuğun yanından: “Onu ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun.” buyurarak ayrıldı.”[5]

Başka bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetimden yahut Yahudilerden veya Hıristiyanlardan her kim beni duyar da bana inanmazsa cehenneme girer.”[6]

Ne diyelim Karaman’ın iddiası ortada, dinimizin hükmü ortada. Ama Karaman aynı hatada ısrarcıdır: “Şimdi bir adam hem ehl-i kitap olur hem de kâfir olmayabilir mi? Evet, bu mümkün. Bunun delili, işte o 62. ayettir. Bu ayete göre Allah’a şirksiz inanan, ahirete iman eden kâfir değildir.”[7]

Hâlbuki Hz. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Kendileri kâfir olmuş olan o Ehl-i Kitap ve müşrikler; gerçekten içerisinde ebedi kalıcılar olarak cehennem ateşindedirler! İşte sana! Onlar, yaratıkların en kötüsü ancak onlardır.”[8] Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden, Yahudilerden veya Hıristiyanlardan beni duyar da sonra bana inanmazsa cennete giremez.”

Hayrettin Karaman ve avenesi, nedense ictihat kapılarını zorlamakta, kendi görüşlerini millete dikte etmek için devamlı müctehid imamlarla uğraşmaktadır. Halbuki kendileri, İslam’da çözülmemiş bir mesele kalmamışken, bitmiş meseleleri yeniden gündeme getirerek karışıklık çıkarmaktadırlar. Hayrettin Karaman şöyle demektedir: “Hicri 4. asırdan itibaren, imamların aşılmaz olduğu kabul edilmiş, bu yüzden ictihat kapısı kapanmış, taklid dönemi başlamıştır. Gelişme durmuş, akıllar donmuştur.”[9] 

Ortaya mesele sunmadan kendisini müctehid ilan eden Karaman şöyle diyor: “Ben bir İslam fıkıhçısıyım. Siz sualinizin cevabını aramaktasınız. Bende size cevap üretmek durumundayım. Bu ictihaddır.”[10] 

Yani Karaman, mesele konuşmuyor, yalnız sorulmayan suallere cevap veriyor. Bir sorun olmasa da illa fetva vermek istiyor. Fetva nakletmek herhalde ağırına gittiği için yeni fetvalar üretme peşinde.  Hz. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Fetva vermeye en cüretkâr olanınız, ateşe en cüretli olanınızdır.”

Hayrettin Karaman: “İcma bir dönemdeki âlim ve müctehidlerin bir meselede ittifak etmesi anlamında imkânsız bir durumdur. İbn-i Hanbel’de bunun, sahabeden sonra hiç olmadığı görüşündedir. Hem zaten icma vaki olsa bile bağlayıcı değildir, sonraki bir ictihatla bozulur.” diyor. 
Hayrettin Karaman şunları söylüyor“Taklid döneminde ictihadı adeta imkansız kılmak üzere, sun’i olarak, olmayasıya ileri sürülmüş bir takım şartlar vardır. İctihadı kapalı tutmak, insanların gözünü kapatmak için ileri sürülmüştür. Bence ne lazım; Arapça bilmek, yeterince kitap, sünnet, siyer bilgisine ihtiyaç vardır. Usul bilmemiz lazım o kadar. Müctehid olursunuz.”[11]

İctihad neden imkânsız kılınsın veya ictihad yapmak için neden bu kadar hevesli olunsun? Ben bunu anlamış değilim. Hayreddin Karaman’ın diğer özelliklerini bir tarafa bırakalım, o şu özelliğinden dolayı müctehid asla olamaz zaten: O, ümmet-i Muhammed’e faydalı olacak işler yaparak müctehid olmak istemiyor, yalnız müctehid sıfatını alarak meşhur olmak istiyor. Hâlbuki dört mezhep imamımız başta olmak üzere tüm gerçek müctehidler, yalnız Rıza-i Bari’ye kavuşmak için insanların müşküllerini halletmişler, meselelere çözümler getirmişler ve bunların sonucunda Müctehid unvanını almışlardır. Yani daha işin başında, faideli bir amel ortaya koymadan kendileri müctehid ilan edilmemiştir. Hayrettin Karaman zaten bu noktada müctehid sıfatını almaya hak kazanamıyor. Evet, müctehid olmanın şartları çok zordur. Ama “olmayası” şartlar değildir bunlar. Bence Hayrettin Karaman başaramadığı ve asla başaramayacağı için bu şartlara “olmayası” şartlar demiştir. Bakalım, neymiş İmam-ı Azam’ın, İmam-ı Şafii’nin, İmam-ı Malik’in ve İmam-ı Hanbel’in üstesinden geldiği müctehitliğin şartlarından bazıları:

1)Kitap Bilgisi: Yani edile-i şer’iyyenin ilki olan Kur’an-ı Kerim’i en iyi şekilde, lâfzen ve manen bilmektir.
2)Sünnet: Hazret-i Peygamberimizin (s.a.v.) hayatını bilmek. Hadis-i Şerifleri senetleriyle beraber bilmek. İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri, her müctehidin aynı zamanda bir fakih olduğunu söyledikten sonra, her fakihin asgari 400.000 hadis-i şerifi senetleriyle ezbere bilmesinin lazım olduğunu söylemektedir. Hadislerin sahihini zayıfından, makbulünü merdudundan ayırması şarttır.

3)İcma: Ümmet-i Muhammed’in Kitap ve Sünnet’e dayanarak çıkardıkları hükümleri iyice bilinmesi ictihadın şartlarındandır. İmam-ı Şafii, er-Risale’sinde; müctehidin icmayı bilmesinin şart olduğunu söylemiştir.

            Ayrıca çok iyi Arapça bilmesi lazımdır müctehidin. İmam-ı Gazali’ye göre; Arapların hitabını ve kullanım adetini anlayabilecek ve sözün açığını kapalısını, hakikatını mecazını, özelini genelini, doğrudan ya da dolaylı anlamını birbirinden ayırabilecek seviyede, yani Arap dilbilimcileri ölçüsünde Arapça bilmesi şarttır. Yani lugat, sarf, nahv, meani ve beyan bilgisine, kısımlarının bilinmesi için de hâs, âm, müşterek, mücmel, müfesser, nasih ve mensuh bilgisine de sahip olması lazımdır. İşte Hayrettin Karaman bence bu bilgilere sahip olamadığı için; “olamayası” şartlar demiştir. Hâlbuki sokaktan geçen biri size birçok müctehid sayabilir.

Hayrettin Karaman, sapık mut’a nikâhını ictihat farklılığı gibi arzederek Şiilere de şirin gözükme çabasına girmiştir: “Dört mezhepten hiçbir müftü,  hiçbir durumda mut’a nikâhına cevaz vermez. Ancak samimi olarak ictihad veya taklid yoluyla farklı görüşte olanlara da fasık diyemeyiz.”[12]


Hayrettin Karaman’ın çok tuhaf bir fetvası vardır. Bu fetva onu bazı meşhur sosyete din adamlarıyla farkını sıfıra indirgemiştir. Yeni Şafak Gazetesinde 8 Eylül 2000’de çıkan fetvası şudur: “Kurbanda mezhepler ittifak etmediği için parası sadaka olarak verilebilir.” Sayın Karaman, Ehl-i Sünnetin görüşlerini hiçe saymıştır. Misal; Hanefîlere göre kurban kesmek vaciptir. Yani parası sadaka falan olarak verilmez. Sözde işine geldiği yerde Hanefî olan yeni müctehidimiz, acaba niçin böyle bir genelleme yaparak ahalinin beynini veya akidesine sahip çıkanların midesini bulandırıyor? Anlamak doğrusu pek güç.

Kendisinin reformcu olduğunu her ifadesinden anlamak mümkündür. Mesela, sünnete ‘modası geçti’ deme gafletinden: “Sakal ve misvak adet sünnetidir, bir kültürdür… Modası geçti. Öbürü de daha güzel temizlik yapan fırçalar çıktığından önemsizdir. İsteyen yine de kullanır.”[13]

Hayrettin Karaman: “Kadın okuryazar değildi. Bugün kadın okuyup imza etti mi onu ifade ederken şaşırtma ihtimalleri ortadan kalkar ve ayet bu manadaki şahitliği kapsar.” Hayrettin Karaman burada şu izlenimi vermeye çalışmıştır: ‘Şahitliğin şartı okumak yazmaktır.’ Bu çok yanlış bir yaklaşımdır. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de dâhil Kur’an’ın nüzulü sırasında okuma yazma bilmeyen erkeklerin şahitliği geçerliydi. Zira İslam tarihçilerinin ittifakına göre İslam vahy edilirken Mekke’de 16 veya 17 erkek okuma yazma biliyordu. Ama diğer erkeklerin şahitliği de kabul ediliyordu. Yine söylüyorum, şahitlikte kıstas okuma yazma değildir. Şahitlikle ilgili ayet şöyledir:

“Ey iman edenler! Muayyen bir vade ile borçlandığınız vakit onu yazın. Hem aranızda, bir katip, doğrulukla yazsın. Hiçbir katip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak bulunan kimse, borcunu yazdırsın. Ve Rabbi olan Allah’tan korksun da, o haktan hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu akılsız ve zayıf ise yahut kendisi söyleyip yazdıramayacaksa, velisi dosdoğru söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek olmazsa, o zaman doğruluğundan emin bulunduğunuz şahitlerden bir erkekle iki kadın gerekir ki, biri unutursa diğer hatırlatsın…”[14] 

Ve ayet ortadayken, Resulullah’ın uygulaması meydanda iken, Sahabe-i Güzin efendimizin bu konudaki tavırları net iken neden Kitaba, Sünnete ve İcmaya meydan okumaya çalıyorlar? Bu sorunun cevabı belli.

Hayrettin Karaman, İslam’ın asıl müctehidlerini devamlı suçlayıp, onların düşüncenin önünde engel olduklarını söylüyor ve kısır döngünün var olduğunu belirterek bunun bitmesinin gerektiğini ifade ediyor. Çözümlenmiş konuları neden tekrar çözme gereği duyuyor bilmiyoruz. İstanbul’u tekrar fethetmek gibi bir şey. Büyük din âlimlerimize hor bakan Karaman bakın masonluğu herkese malumlaşan zat hakkında ne diyor: “Fazlurrahman, Efgânî’nin modernist olduğunu söylüyor, hayır o müceddittir. Modernizm öncesi ıslahatçıdır.”[15]

Hâlbuki Cemaleddin Efgânî’nin nasıl biri olduğunu geçtiğimiz sayfalarda görmüştük. Ve yine: “39 müstakil İslam Devletinin, hürriyet ve istiklal mücadelelerini teşvik için harekete geçen liderlerin başında Cemaleddin Efgânî vardır.” “Türkiye, Mısır gibi en önemli İslam ülkelerini dolaşan Efgânî kurtuluş ve kalkınma hareketlerinin başlaması ve hızlanmasında amil olmuştur.” Bence tam zıttı; yani Efgânî gibi takiyyeci, mason ve hainler olmasaydı zaten tek İslam devleti yani Osmanlı 39 parçaya bölünmeyecekti. 

            “M.Reşit Rıza El Hüseynî, Üstad Abduh gibi taklide karşı mezhepler arası tercih yapabilen müctehittir.”[16]

“Mezhep taassubu başladıktan sonra bir mezhebe bağlılığın lüzumu da münakaşa mevzuu olmuştur. Müteahhirinden olan mezhep mukallit ve mutaassıpları her mükellefin dört mezhepten birine bağlanmasının vacip olduğunu ve mezhebini terk edene şeri tazir uygulanmasını gerekli bulunduğunu iddia etmişlerdir.”[17]

Reformistleri övmede birbirleri ile yarışanlardan olan Hayreddin Karaman, nedense Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’i küçük düşürmek ve onun şanına leke sürmek için elinden geleni yapmaktadır. Kendi sitesinde yazdığı şu yazı buna misaldir: “Allah Teâlâ Duhâ suresinde Peygamberimize hitaben "Seni yanlış yolda bulup da doğru yola yönlendirmedi mi?" buyuruyor. Şu halde peygamberlere vahiy gelmeden önce onların düşünce ve davranışlarının Allah rızasına uygun olduğunu düşünmemiz ve böyle inanmamız doğru olmaz; böyle olsaydı vahye de gerek kalmazdı.”[18]

Hayrettin Karaman; hak mezhepleri İslam’dan ayrı birer kurummuş gibi göstermeye çalışarak halkın aklını bulandırmaya uğraşmaktadır. “Söze İslam’a göre diye başlarsanız, İslam’a göre kadınların erkeklerle aynı safta durup namaz kılması mümkündür ve caizdir. Yani bütün mezheplerin alternatifi olarak… Ama mezhebe göre diye başlarsanız; mesela Hanefi mezhebine göre kadın erkek aynı safta namaz kılamaz.”[19] 

Hâlbuki İslam tarihinden de bir örnek verememiştir kadın erkek aynı safta namaz kılınmasına. Sanki haşa İslam ve mezhepler birbirlerinin alternatifiymiş gibi gösteriyor.

Hayrettin Karaman: “Kadın adetliyken, Kur’an okuyup, namaz kılıp kılamayacağı hususunda ihtilaf vardır. İbn-i Hazm; kılabilir, okuyabilir, der. Çünkü: “Resulullah cünüplük dışında Kur’an okumayı ihmal etmemiştir.” mealindeki haberi, sahabenin dilinden nakil, doğru olan Peygamberin ifadesi olmadığından geçersizdir.” der. Asırdaşı ve hemşerisi İbn-i Rüşt ise bu tür delillere dayanarak; aksi fetva vermiştir. Yani iki müctehid ihtilaf etmiştir. Öyleyse kişi bunlardan tercih ettiği görüşe göre amel eder.”[20] 

Bu iddiaya cevap yine Hazret-i Kur’an’dadır.  Bakara Sûresi 222. Ayette şöyle buyruluyor: “Sana kadınların aybaşı halini de soruyorlar. De ki: ‘O bir ezadır. Onun için hayız zamanında kadınlardan uzaklaşın ve temizlenene kadar onlara yaklaşmayın...” Bu ayette geçtiği gibi kadınlar bu hallerinde iken kirli sayılırlar. Ve İmam Suyutî Hazretleri de el-Itkan adlı eserinde bu sebeble adetli kadının Kur’an okumasını ve namaz kılmasını haram saymıştır.

Hayrettin Karaman, Yusuf el Karadavî gibi nişan vb. için kullanılan altın yüzüğün erkeğe helal olduğunu söylemiştir:

Soru: Sizin bir konu ile ilgili görüşünüze başvurmak istiyorum. Hocam, evlilik amacı ile altın yüzük takmanın hükmü nedir? Bu konudaki geleneksel yorumu biliyorum ama ben sizin görüşünüzü öğrenmek istiyorum. Çünkü bu durum beni ve benim gibi bir çok arkadaşımızı zor durumda bırakıyor. Çalıştığımız yer itibariyle kendimizi çok fazla belli etmek istemiyoruz. Gümüş yüzük taktığımız zaman hemen çevrenizdeki insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Şimdiden teşekkür.

Cevap: Erkekler için yasak (haram olan) altın yüzük, süs için, aksesuar olarak takılan altın yüzüktür. Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar isimli kitabımda kaynak ve delillerini bulacağınız yazıda da vaktiyle ifade etmiştim, "alamet, nişan, sembol" olarak takılan altın yüzük, arma, rozet vb. haram değildir. Nişan yüzüğü adı üstünde "nişanlı veya evli olanların medeni durumlarını gösteren bir nişan, bir alamet, bir belliktir ve sakıncası yoktur.”[21]

Hâlbuki Resulullah (s.a.v.) bir eline ipeği diğer eline altını alıp şöyle buyurmuştur: “Bu iki şey benim ümmetimin erkekleri için haramdır ve kadınları için helaldir.” Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.v.) hakkı beyan etmişken neden Karaman zıt bir fetva vermeye kalkışıyor acaba? Allah, Kur’an-ı Kerim’de kendi kafasına göre haram-helal fetvası verenler için şöyle buyuruyor:

“Sadece dilinizin yalan olarak vasfettiği bir şeye: “Şu helaldir, şu haramdır.” demeyin ki, yalanı Allah’a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan iftira edenler asla felah bulmazlar.”[22]


AkademiDergisi.com





[1] Eğitim Bilim Dergisi, Temmuz 2001
[2] Hayrettin Karaman, Polemik Değil Diyalog, sh. 35
[3] Sûre-i Araf/ 158
[4] Buhari, Bed’ül Vahy:1, no:7, 1/9
[5] Buhari, Cenaiz: 77, no:1290, 1/455; Merda:11, no: 5333, 5/2142
[6] Ahmed bin Hanbel, el Müsned, no: 19562, 32/332; İbn Ebi Şeybe, el Musannef, 10/25
[7] Polemik Değil Diyalog, sh. 41
[8] Sûre-i Beyyine/6  
[9] Haksöz Dergisi Kasım 1991
[10] Haksöz Dergisi Kasım 1991
[11] Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günümüz Meseleleri, Cilt 3, sh. 539
[12] Hayrettin Karaman, İslam’da Kadın ve Aile, sh. 374, Ensar Yayınları, İstanbul 1996
[13] Yeni Şafak Gazetesi, 23.04. 2000
[14] Sûre-i Bakara/282
[15] Gerçek İslam’da Birlik
[16] Hayrettin Karaman, İslam Hukukunda İçtihat
[17] Hayrettin Karaman, age, sh. 217
[18] www.HayrettinKaraman.net
[19] Marmara FM
[20] Gerçek Hayat Dergisi, Haziran 2002
[21] İslam'ın Işığında Günün Meseleleri ve İslam'da Kadın ve Aile
[22] Sûre-i Nahl/116

Bu güne değin en çok tıklanılanlar